
Bazıları için TV’nin arkası, ekrandan daha çekici. Son kullanıcı sınıflandırmasından çıkıp sosyopat kişiliğe bürünmeye meyilli bilgisayar tutkunlarının haricinde normal insanlar da var ve bağlantı teknolojilerinin gelişmesi ile birlikte onlar da televizyonunun arkasındaki giriş/çıkışların ne işe yaradığını bilmek zorunda kalıyor. Smart TV’ler, o kadar da “smart” olmayan fakat fırsat verilirse yüzümüzü güldürebilecek TV’ler, 3DTV’ler, LED TV’ler, Internet TV’ler, Super AMOLED 3D TV’ler vs. çevremizi sarmış durumda. Piyasada bulunan herhangi bir televizyonu satın aldığımızda arkasındaki giriş/çıkışlardan yalnızca birini kullanıyorsak, verdiğimiz para boşa gitmiş demektir. O yüzden bilinçlenelim ve televizyonumuzu tanıyalım.
Aşağıda sayacağımız giriş/çıkışlar genellikle televizyonumuzun arkasında yer alan ibareleri ile tanımlanırlar, hatta üreticiler farklı isimler de verebilirler fakat burada başlık olarak verdiğimiz terimlerin çoğu sıfat niteliğindedir. Yani SCART girişi, içerdiği kablolar dolayısıyla komponent özelliği de taşır. Televizyona giren kabloların diğer uçları, (kabloların birlikte verildiği) cihazların özelliklerine göre farklı tipte olabilirler. Önemli olan giriş jakının/soketinin neye benzediği değil, çok çıkışın (sinyal kaynağının) ne tür bir sinyal gönderdiğidir. Zira komponent kablodaki kırmızı jakı sağ ses çıkışı sanarak televizyonumuzun ses girişine sokmamız hiçbir işe yaramamak bir kenara, cihazlarımıza da zarar verip garanti dışı kalmalarına neden olabilir. Kablolar basit anlamda iletken tellerden oluştuğu için uygun bir jakla pekala uygun girişe/çıkışa takılabilirler, hatta çıkışların çoğu birer çeviriciyle/adaptörle diğer bir sinyalin girişine takılabilir fakat kabloların direnç ve iletim özellikleri sinyal kalitesini etkileyecektir.
Anten/RF:
Internet öncesi çağlarda televizyonumuzun arkasında yalnızca bir giriş bulunurdu; o da anten girişi. Kasaya giren iki vidayı tornavidayla gevşetip tel sıkıştırma teknolojisi ile çatı anteninden çıkan basit bir kablo takar, çatıya çıkıp anteni ayarlar, paşa paşa siyah-beyaz tek kanallı televizyonumuzu birkaç saat izleyip İstiklal Marşı’ndan sonra düğmesine basarak kapatırdık. Alternatif olarak anten girişine herhangi bir metal nesne, aluminyum folyo ve daha sonraları TV üzerine koyup yükselticiye (regülatör) bağladığımız kulaklı antenler de mevcuttu.

30-225MHz aralığında VHF bandında yayın yapan ve tek cihazda 12 kanala kadar izlememize olanak tanıyan renkli yayınlar için bu antenler yeterliydi. Televizyonun tabana yayılmasının ardından 12 kanal yetmez oldu. Bunun üzerine TV teknolojisi ve tabii yayın teknolojisi de gelişmeye başladı. 50′li yılların başında FCC tarafından VHF bandı üzerine 70 kanal daha ekleyen UHF bandı çıktı. Fakat bunun için daha iyi bir anten gerekiyordu, çünkü UHF bandı daha geniş bir frekansta çalıştığı için aynı anda birkaç noktadan gelen sinyaller yüzünden eski kablolar karlanma, çift görüntü vs. problemlere neden oluyordu. Ayrıca ince kablolar çok dayanıksızdı. Bu noktada hayatımıza koaksiyel kablolar girdi ve standarda dönüştü. Günümüzde de televizyonumuzun arkasındaki anten girişi koaksiyel (RF veya RG6) kablolar ve jaklar için tasarlanmıştır. İster antenden, ister uydu alıcısından, ister kablo TV yayınından gelsin, koaks kablo çoğu yüksüz ve sıkıştırmasız sinyali rahatlıkla taşır. Bu kablo, merkezdeki tel ve bu telin plastik bir koruma ile ayrıldığı örgülü alüminyum/bakır örgü telden oluşan iki iletkenli, yaklaşık kurşun kalem kalınlığında, 75 ohm dirence sahip bir kablodur. Genellikle standart bir anten jakıyla televizyonunuza bağlanır, fakat diğer cihazlara bağlanmak için farklı konnektörler de geliştirilmiştir. Bu kabloyla ulaştırılan yayındaki kayıp, kablonun kalitesi ve uzunluğu ile ilişkilidir (standart bir RG6 koax kablo her 30 metrede 12dB sinyal kaybı yaşar).
Ancak günümüz teknolojisinde televizyonumuz sadece yayın değil, dijital içeriklerin bulunduğu video oynatıcılara da bağlandığı için yeni bir kablo teknolojisi gereksinimi doğdu. Koaksiyel kablonun yetenekleri, bu cihazlardan taşınan sinyaller yetersiz olduğu için (sinyali taşıyabilse bile) çok düşük bir çözünürlük sunuyor.
Kompozit
Bir ucu kırmızı-sarı-beyaz renklere ayrılan 3′lü grup, televizyonumuzun arkasında AV IN olarak da belirtilebilien kompozit tip (kelime anlamı: birleşik, bileşik vs.) giriştir. Görüntü ve ses kalitesi koaksiyel kadar kötü olmasa da günümüz teknolojisi göz önüne alındığında birinci tercih değildir. Bu analog arabirimin kablosu genellikle RCA tipi jaklarla birlikte gelir, iki ses (kırmızı/sağ, ve beyaz/sol ya da mono) ve bir görüntü (sarı) sinyali iletir. Aslında kompozit bağlantı koaksiyel bağlantı ile aynı zamanlarda kullanılmaya başlanmıştır. RCA (Radio Corporation of America, Amerika Radyo Kurumu) tarafından sunulan bir jak tipidir ve aslen fonografları (pikapları) amplifikatörlere bağlamak için kullanılmıştır. Bu yüzden kompozit girişe eskiden fono girişi adı veriliyordu.
Kompozit girişin desteklediği en yüksek görüntü kalitesi olan 60Hz ve 480i (720×480) , günümüz TV’leri için pek iç açıcı değil fakat yine de yayın çok kaliteli değilse pek farketmeyebiliyor (yeri gelmişken; 480i’ deki i harfi interlaced, yani birleştirmeli, tamamlayıcı vs. anlamına geliyor. Basitçe, taramalı modda televizyon yatayda her iki satırdan birini çizer, sonra geri dönüp diğerini çizerek görüntüyü iki adımda oluşturur. Biz bunu bilinçli olarak farketmesek bile gözümüz saniyede 60 kez bu işlemi yapan bir cihazı seyrederken yorulur. 720p gibi ibarelerdeki p harfi ise progressive, yani ardışık, arka arkaya, sıralı vs. anlamına gelir. Bu modda satırlar teker teker, arka arkaya çizilirler ve genellikle daha berrak bir görüntü alırız).
Kompozit arayüzde resmin renk ve parlaklık gibi bileşenleri aynı kablo üzerinden aktarıldığı için (görece) kaliteli bir görüntü elde edilmesi biraz zordur. Yine de daha yeni teknolojileri destekleyen çoğu dijial cihazda (video oynatıcılar, hatta PS3 gibi konsollar) bu tür girişler barındırırlar. Bunun sebebi geriye dönük uyumluluktur.
S-Video
S-Video, üvey evlat diyebileceğimiz bir teknoloji. Başındaki S harfi kimlerine göre süper, kimilerine göre separated (ayrıştırılmış) anlamına geliyor. Bu tip bir bağlantıda renk “C”ve luma “Y” (parlaklık/aydınlık) sinyalleri (topraklama ile birlikte) ikişer pin halinde bulunuyor. Analog görüntü sinyalini renk ve luma olarak ikiye ayırdığı için 480i gibi çözünürlüklerde daha iyi resim kalitesi sunuyor. Fakat S-video maksimum 120 satırlık bir çözünürlüğü destekliyor (ortalama bir DVD oynatıcı 540 satır çözünürlüğe sahip).

90′lı yıllarda oyun konsolları, VCD oynatıcılar, hatta dönemin ev sinema sistemleri gibi cihazlarda sıkça kullanıldıktan sonra kullanımı neredeyse sona erdi, fakat yeni nesil cihazların bazılarında hala karşımıza çıkıyor. Yeni teknolojilerle boy ölçüşememesi bir kenara, S-video hem sadece video sinyali taşıdığından, ses için ayrı bir kabloya gereksinim duyuyordu, hem de incecik pinlere (iğne uçlara) sahip cılız jakı çoğu zaman kablo ağırlığını bile taşıyamayarak düşüyordu. Ayrıca her cihazın sinyal çözümleme tertibatı aynı olmadığı için farklı cihazlarda farklı sonuçlar alınabiliyordu. Sonuç olarak S-video girişinde de düşük görüntü çözünürlüğüne talim ediyoruz.
Component
Component (bölmeli, bileşenli) arayüzü, hem S-Video, hem de kompozite göre çok daha iyi bir alternatif. Renk ve parlaklık değerlerini ayrı sinyallere bölüp eşitlediği için sinyal kaybı çok daha az. Component (komponent) arayüzü diğer ikisinden çok daha yüksek bant genişliğine destek veriyor (bazı durumlarda 1080p çözünürlüğü için gereken bant genişliğinin 1000 katını taşıyabiliyor) ve dolayısıyla daha iyi bir görüntü kalitesi sunuyor, ancak component arayüzü kullanan çoğu cihaz zaten 1080i çözünürlüğün üstüne çıkmıyor.
Component girişlerini yeşil mavi ve kırmızı jaklı görüntü (girişlerine ek olarak bazen kırmızı ve beyaz ses) girişlerinden tanıyabilirsiniz. Aynı kompozit gibi RCA tipi jaklar kullanan component arayüzünün birçok çeşidi var fakat TV’ler sözkonusu olduğunda component denince akla gelen budur.

Televizyonunuzun arkasında komponent girişleri YPbPr (kolaylık açısından yippır şeklinde okunur) olarak da isimlendirilmiş olabilir. Bunlar dijital YCbCr arayüzünün analog karşılıklarıdır, o yüzden bazı televizyonlarda her iki isimlendirme birden yer alabilir. Bu harfleri biraz açalım:
YPbPr, aslında RGB renk gamının genişletilmiş bir versiyonudur. Y (yeşil konnektör), parlaklık/aydınlık (luma) değerlerine ek olarak renk senkronizasyon verilerini taşır ve diğer konnektörler de bu konnektör ile taşınan veriyi temel alırlar. Bu kablo üzerinde seyahat eden üç ana rengin parlaklığa göre çarpanları kırmızı için 0.2126, yeşil için 0.7152 ve mavi için 0.0722′dir.
Pb (diğer adıyla Cb, mavi konnektör), mavi renk (b) ile yukarıdaki luma (Y) arasındaki fark değerini iletir (b-Y). Benzer şekilde PR (Cr) konnektörü de kırmızı renk ile luma arasındaki fark değerini taşır. Yeşil renk için ayrıca bir sinyale gerek kalmaz, çünkü zaten Y içinde taşınan yeşil çarpanı, mavi, kırmız ve parlaklık değerleri ile zaten istenen tondaki yeşil rengi oluşturulabilir.
Komponent girişi görüntü açısından bu kadar detaylı olması ile birlikte ses sinyali taşımadığı için iki ek girişe daha ihtiyaç duyması nedeniyle bu arabirimi kullanarak bir film izlemek için 5 tane kabloya ihtiyacınız var.
SCART
Fransız menşeli Syndicat des Constructeurs d’Appareils Radiorécepteurs et Téléviseurs, (Radyo alıcılar ve Televizyon Cihazları Üreticileri Derneği) tarafından sunulan bu standart, hem ses hem de görüntü sinyallerini ilk kez tek kabloda taşıyan 21 pinli bir arayüz olarak 1970′lerin sonu ve 1980′lerin başında karşımıza çıktı. Kısa sürede Avrupa’nın tüm televizyon ve televizyona bağlanan (dönemin yeni) cihazlarında kullanıldı, hatta mecburi hale geldi.

SCART bağlantılarda görüntü sinyalleri aynı componenet sinyallerde olduğu gibi ayrılır. Ses ise analog olarak taşınır. SCART arayüz ayrıca çift yönlüdür; yani her iki cihaz da birbirini tanır ve iletişim kurabilir. Mesela TV’niz antenden gelen ses ve görüntü sinyallerini SCART soketine gönderip bu soket üzerinden bir geri dönüş sinyali dinler. Bu sayede televizyonunuz ödemeli kanallarda olduğu gibi yayının kaynağı ile iletişime geçebilir. Bu sayede (cihazlarınızda en az iki SCART yuvası olduğu sürece) tek bir televizyona sonsuz cihaz bağlayabilirsiniz.
Bu iki SCART yuvasından biri UP (1), biri DOWN(2) olarak adlandırılır. Her cihaz, sinyalin nihai çıkışına yakın olmasına bağlı olarak daha üst seviyede (UP) bulunur. Dolayısıyla en UP cihaz TV’dir ve ona bağlı tüm cihazlardaki UP soketine bağlanır.
Bu arayüzün başka bir avantajı da, televizyon uzaktan kumandası ile aynı zamanda video oynatıcınıza (ve tersi) komut verebilmeniz. Bu avantaj sayesinde hemen hemen tüm televizyon ve video oynatıcılarda diğer cihazları da (uzaktan kumanda edilemese bile SCART üzerinden) denetleyebileceğimiz düğmeler bulunuyor.
SCART konusunda söylenebilecek daha çok şey var, fakat nispeten eski bir teknoloji olduğu için bu kadar detay yeterli sanırım. Dikkat edilmesi gereken tek nokta; bir cihazın SCART giriş ve çıkışını birbirine bağlamamak gerektiği. Girişleri kolaylıkla yakabilirsiniz.
VGA
Video Graphics Array (Video Grafik Dizimi) ya da VGA, adından da anlaşılmayacağı gibi, televizyonunuzu dev bir bilgisayar ekranına çeviriyor. VGA kablolarında 15 pin bulunuyor. Bu pinler RGB (kırmızı, yeşil, mavi) renk değerleri ile birlikte yatay ve dikey görüntü sinyallerini taşıdıkları için bazı cihazların arkasında bu giriş için RGB etiketi de kullanılıyor. Genellikle bilgisayar monitörünüzün arkasındaki giriş ve ekran kartınızın çıkışı arasındaki iletişimi sağlayan VGA, yeni nesil televizyonlarda şikayet edilmeyecek bir görüntü kalitesi veriyorlar, fakat aynı S-Video gibi bu arayüz de ses kanalına sahip değil. Yani ses iletimi için başka bir kablo kullanmanız gerek.
VGA arayüzü yeni nesil 3D özellikli LED TV’lerde de bulunuyor. Desteklediği çözünürlük 2048×1536 (85MHz) piksele kadar çıkıyor. Bu yüzden yüksek çözünürlüklü iletim için Component arayüzünden çok daha iyi bir seçim.
VGA kabloları uzadıkça sinyal gücü azalıyor, ancak sinyal gücü kablodan ziyade çıkış ve giriş sinyallerine bağlı. 10 metre uzunluğundaki bir VGA kablosunda bile standart kullanımda farkedilemeyecek kadar az bir kayıp oluşuyor.
VGA bağlantıların diğer bir özelliği de Hollywood filmlerinin dijital içeriği korsana karşı korumak için geliştirdiği şifreleme yöntemini (HDCP, yüksek bant genişlikli dijital içerik koruması) hiçe sayması. Blu-ray oynatıcınız analog bir bağlantı sezdiğinde 1080p görüntü kalitesini 540p seviyesine düşürüyor, ancak bu bile olan DVD kalitesinden (480p) daha yüksek. Diğer taraftan VGA bağlantısı hemen hemen yalnızca bilgisayarların ekran kartı çıkışlarında bulunuyor. Yani VGA bağlantısının yalnızca bilgisayarınızdan TV’ye görüntü aktarmaya yaradığını söyleyebiliriz. Blu-ray oynatıcınızda böyle bir çıkış varsa şanslı sayılırsınız.
HDMI
2000′li yılların başında, kendini dijital görüntü kalitesine memur eden Digital Display Working Group adlı kurum tarafından görüntü sinyallerini dijital olarak en iyi kalitede taşıyabilecek VGA alternatifi bir görüntü standardı geliştirildi ve buna DVI (dijital video arayüzü) adı verildi. Bu arayüz hem analog, hem de sıkıştırmasız dijital sinyalleri 60fps hızında (single link versiyonunda 1920 x 1080, dual link versiyonunda ise 2048 x 1536 çözünürlükte) taşıyabiliyordu. 2006 yılında Video Electronics Standards Association adlı kurum (bildiğimiz VESA), DisplayPort adlı yeni bir arayüz sundu. Bu arayüz de DVI için bir alternatifti, fakat her iki teknoloji de aslında televizyonları değil, bilgisayarları hedeflediği için tüketici pazarında genel olarak ekran kartını ilgilendiren öğeler olarak kaldılar.
Bu sırada 2002 yılında Sony, Panasonic, Hitachi, Philips, Silicon Image, Matsushita, Thomson ve Toshiba gibi sektörün önemli isimlerinin özellikle bu amaç için ortaklaşa kurduğu HDMI Licensing limited şirketi, ses ve görüntü ile işi olan her türlü cihazda bir standart haline gelebilecek bir arayüz tanıttı. “High Definition Multimedia Interface (Yüksek Tanımlı Çokluortam Arayüzü)” tabirinin kısaltması olan HDMI, ilk kez dijital ses ve görüntü sinyallerini 19 pin’li tek bir kabloda iletebiliyor olmasının yanı sıra, masaüstü bilgisayarlar, bilgisayar monitörleri, ev sinema sistemleri, oyun konsolları, tabletler, netbook ve notebook bilgisayarlar, DVD ve Blu-ray oynatıcılar, hatta akıllı telefonlar ve tabii ki dijital televizyonlar da dahil hemen hemen tüm sistemlerde rahatlık sağlayabilecek ortak bir avantaj sundu. Üstüne üstlük HDMI kablosuna basit bir adaptör takılarak görüntü kalitesinde hiçbir kayıp olmadan DVI arayüzü ile geriye dönük uyumluluk da sağlanabiliyor.
Günümüzde 5 tip HDMI konnektörü var. A ve B tipi aynı zamanda HDMI 1.0 standardı olarak biliniyor. C tipi HDMI 1.3; D/E tipi ise HDMI 1.4 standardına dahil. Günümüz HDTV cihazlarda kullanılan (mini HDMI dahil) tüm girişler 19 pine sahip. Fakat B tipi konnektörde 29 pin var ve henüz tüketici tabanına yayılmamış olan çok yüksek çözünürlüklü (3840×2400) görüntü birimlerinde kullanılıyor. HDMI standardının son versiyonu olan HDMI 1.4b, bu yılın (2011) son çeyreğinde çıktı. 24bit renk derinliğinde 3840x2160p (yani 4Kx2K olarak da adlandırılan Quad HD) çözünürlüğe destek veren bu arayüz 340MHz ve saniyede 10.2Gb/sn video, 36.86Mb/sn ses aktarımı yapabiliyor. Çeşitli 3D formatlarını, internete bağlı cihazlar arasında 100Mb/sn ethernet bağlantısını, ayrıca ses için bir dönüş kanalını tek bir kabloda barındırıyor.
Daha derine inmek gerekirse tüm HDMI 1.4 standartları sRGB, YCbCr, 8 kanal (7.1) 192kHz 24 bit ses, Blue-ray ve DVD ses/görüntü formatlarını gerçek çözünürlükte sunuyor. Daha sonraki versiyonalrda ise Super Audio CD, Deep Color, xvYCC, auto lip-sync (video/ses zamanlama özelliği), Dolby True HD ve DTS-HD Master Audio gibi teknolojiler var. Kısacası diyebiliriz ki HDMI arayüzü ses ve görüntü teknolojisini sonunda bir ortak noktada buluşturdu. Ayrıca sinema endüstrisi de bu dijital ses/görüntü sistemini sonuna kadar destekliyor.
Neredeyse saç teli kadar ince pinlerin zorlarken bozulma ihtimalini saymazsak tek dezavantaji, kabloların fiyatı. Aslında kabloların üretim maliyeti ucuz ve kalite açısından son kullanıcı tarafından anlaşılabilecek farklılıklar yok. 40-50 liraya aldığınız HDMI kablosuyla 10 liraya aldığınız 1 metrelik kablo hemen hemen aynı işi görüyor. Altın, gümüş, pırlanta kaplamalı kablolara aldanmayın.
Ses:
Günümüz teknolojisinde televizyonlarımızın arkasındaki ses bağlantılarında 3 farklı standarttan bahsedebiliriz.
RCA tipi : Bunlardan biri, komponent ve kompozit bağlantılarda kullanılan RCA jakları destekleyen giriş/çıkışlardır ve yine bu bağlantı gruplarına dahil olarak bulunurlar. Bazen TV’den gelen sesi amplifikatöre ya da harici ses kaynağına bağlamak için (AUDIO OUT), bazen de başka bir kaynaktan gelen ses sinyalini TV hoparlörlerine yönlendirmek için (AUDIO IN) kullanılıyor. Component In, VGA, S-video ve Composite bağlantılar ses sinyali taşımadığı için kırmızı (sağ)/beyaz (sol) kablolara ihtiyaç duyuyoruz. Eğer gelen sinyal stereo değilse bunlardan biri (genellikle sol) aynı zamanda MONO olarak daetiketlenebiliyor.
TRS tipi: Bir diğer ses soketi, kulaklık takarak kullandığımız her cihazda bulunan ve TRS (tip-ring-sleeve) tipi standart 3.5mm’lik ses yuvası. Bu tip jaklarda birbirinden plastik halka ile ayrılan sağ, sol, toprak kablolarına bağlı bir sistem kullanılır. Kablonun her iki ucundaki sinyaller aynı düzendedir, yani araya bir yükseltici yerleştirilmediği sürece iki ucu da bu jaklarla donatılmış bir kablo işimizi görecektir.
Digital Audio: Optik (TOSLINK) veya koaksiyel (S/PDIF) olarak sağlanan bu bağlantı tipinde optik giriş, sesi (aynı mors alfabesi gibi) yanıp sönen ışık atımları (pulslar) halinde ince ve saydam bir kablo üzerinden iletir. Kaynakta kodlanan optik atımlar hedefte (TV’de) çözümlenerek duyduğumuz seslere dönüşür. Işık sesten çok daha hızlı hareket ettiği için uzun kablolarda ses kayıplarını ve gecikmeleri önlemek amacıyla sunulan bu teknolojinin en büyük dezavantajı, incecik fiberoptik kabloların çok hassas olmasıdır. Zira içinden ışık geçen misina benzeri kablolar en ufak bir kırılmaya uğradığında işe yaramaz hale gelir. Kabloların ayak altında olmadığı, üzerinden süpürge, çocuk, evcil hayvan, anneanne geçme tehlikesi olmayan ortamlarda kullanılır.
S/PDIF girişi de bazen koaksiyel, optik kabloya sahip olabilir. Koaksiyel kablo ile iletilen S/PDIF sinyalleri az önce bahsettiğimiz nedenden ötürü kaynakla hedef arasında nispeten kısa mesafeler varken kullanılır.
Web:
Eğer televizyonunuzu son bir-iki sene içinde satın aldıysanız muhtemelen internet bağlantısını destekleyen bir teknolojisi vardır. TV’niz internete iki farklı arayüzle bağlanır; kablolu ve kablosuz.
Kablolu bağlantı genellikle Ethernet üzerinden gerçekleşir ve TV’nizin arkasında bulunan LAN ibareli sokete modeminizden bir ethernet kablosu çekerek kolayca bağlanabilirsiniz. Bu durumda aynı bilgisayarlarınız gibi, televizyonunuz da modeminiz üzerindeki bir ethernet portuna bağlanır.
Diğer alternatif ise kablosuz bağlantıdır. Bazı televizyonlar dahili WiFi denetleyicisine sahipken bazıları için özel bir dongle almanız gerekebilir. Aynı USB WiFi kartlara benzeyen bu dongle cihazlar TV’nizin internete kablosuz olarak erişmesine olanak tanır, hatta bazı modellerde USB portuna takılan standart USB WiFi dongle cihazları bile bu işi görebilmektedir. Önceki nesil WiFi destekli TV’lerde bazen şifreleme sorunlarından dolayı güvenlik özelliklerini düşük tutmamız gerekirken yeni nesil televizyonlarda artık bu sorun ortadan kalktı ve güncel şifreleme protokolleri rahatlıkla destekleniyor.

TV’nizi modeminiz üzerinden internete bağlarken dikkat etmemiz gereken iki nokta var. Bunlardan biri, TV için bir IP adresi ayırmamız. Televizyonlar daha çok görsel amaçlı olarak kullanılacakları için aynı anda internete bağlanan cihazlardan daha fazla trafik kullanacaklardır. Televizyonların yazılımları (menüleri) IP adresi gereksinimine farklı yaklaşıyorlar. Bazıları ille de bir IP adresi isterken diğerlerinde bu opsiyon bile bulunmuyor. Siz en iyisi TV’nizin kolayca alabileceği bir IP adresini boşta bırakın. Zaten genellikle kablosuz ev ağlarında sürekli evde kullanılan cihazların kendi IP adresleri olması çok daha iyi bir çözüm. IP adreslerinin ilki TV’ye verilmek üzere (örn. 192.168.2.2) düzenlerseniz çok rahat edersiniz. Diğer cihazlara da ardışık olarak adres verebilirsiniz.
USB:
Son birkaç yıl içinde çıkan TV’lerin çoğunda bir de USB girişi bulunur. Bu girişler önceki nesil cihazlarda 2-4GB üzeri kapasitelere destek vermiyordu. Yeni nesil ve gelecek nesil cihazlarda ise bu gereksinim ortadan kalktı. Harici sabit diskiniz veya medya destekli depolama cihazınız harici güç kablosu gerektirmiyorsa USB portu bu cihazlara da destek verebiliyor, hatta tak &kullan özellikli harici disk sürücüler de bazı modeller tarafından buyur ediliyor.

